Kayıtlar

ikili kıyamet-şiir

bir suskunluk var aramızda konuşuyoruz ama duymuyoruz bir nevi içlerimiz gürültü kıyamet ikimizde dile getiremiyoruz rüzgar soğuk esiyor üşüyorum, belli bariz lâkin ceketini vermiyor. gitsem keşke, diyorum sonra öyle gürültü kıyamet arasında değil. gayet sesli, dile döküyorum bana çeviriyor kafasını uzayan saçları gözlerini örtüyor gözlerine de saçlarına da, nasıl vurgunum ama.. nereye, diyor sonra uzaklara, diyorum. ne diyeyim senin hep olacağın bir yere demeye dilim varmıyor ileriye bakıyoruz daha sonra, lütfen bir kere daha gözlerime bak diyorum; bu sefer içimden. gürültü kıyamet arasında. birden uzaklar neresi peki, diyor bilemiyorum, soru mu bu şimdi yalanımı bir gerçeğe dönüştürmek istiyorum işte, diye başlıyorum söze orada her pazartesi yeni bir başlangıç, hiç beyhudelik yok orada ; her yer sevgi, her yer huzur diyorum bir de sadece sen, gözümde her yer sen. diye ekliyorum bu da içimden... gözyaşım varlığını belli ediyor. neden ağlıyorsun dese, hiç, di...

büyümek

 çok hızlı değişiyorum. bir yandan seviniyorum bu heyecana, bir yandan da kendimdeki bazı şeylere tek bir veda bile etmeden terk ediyormuş gibi hissediyorum. onlarla mutluydum, yeni gelenlerle olacak mıyım bilemiyorum. korkuyorum, benliğimin bir tarafında içim içimi yiyor. bazen heyecandan ne yapacağımı şaşırıyor, bazen de beni kendi yolumda kaybettirdiği için nefret ediyorum ondan. işin iyi tarafı bu sorguların hepsinin içimde olması, yani yargılanmamak beni rahatlatıyor. hem bu rahatlıkla çoğu şeyi akışa bırakmaya da özgüvenim artmış oluyor. sınırlarımı genişletmek, etik anlayışımı daha çok kenara koymak içimdeki ürkek çocuğu cesaretli kılıyor. tekrar büyüyor olmalı. öyle işte. -18 temmuz

mumları seviyorum

 değişim gerektiğini farkedene kadar gittiğim yol değişim gerektiğini farkedince gideceğim yoldan daha zorlu. bir şeyler hep var ama iteliyormuşum gibi. biraz da memnuniyetsizliğimi içimde sorgulamak yerine şikayet etmeye meyilli oluşuma bağlıyorum ben bunu. kıyıda köşede bırakmayı bir türlü bırakamıyorum, günler sonra kıyıdakiler yolumda engele dönüşünce onu da sorgulamak yerine hep kenara geçip mola veriyorum. fakat sadece yolu değil her şeyi bırakasım geliyor, bu da garip. bazen kafamda tüm heveslerimi muma benzetiyorum,  ben mumlarımı yaktığımda çok kolay eriyorlar sanki. mumları sıraya dizip kenardan izlemektense herhangi birisinin ısı ve ışığından keyif alsam ne güzel olurdu halbuki. -16 ekim,20

keşke

 bugün omzumdaki yüklerin altında ezildiğimi farkettim. şimdilerde bir tarafım tüm dalgalara meydan okuyabilecek kadar cesurken diğer tarafım bir kayalık gibi dalgaların üzerinden geçip gitmesini iple çekiyor. bense hiçbir tarafa yönelmeyip öylece kenarda izliyorum, tıpkı bir fotoğrafı çekerkenki gibi. sanırım bu sabitliğin nedeni de her dalgayla birlikte benim de savrulacağımı düşünen kötü iç güdülerim. keşke hepsi ve her şeyler bir anda donsaydı da fotoğraflara baktığım gibi hayatıma bakabilseydim, sık sık ânı yakalayabildiğim gibi hayatımı da yakalayabilseydim.. keşke. - hayatımı da yakalamaya başlıyorum ama hâlâ eziliyorum, serzenişlerimi de arkaplana atmaya başladım aynı zamanda, galiba kötü iç güdülerim bir süre daha benimle. -26 ekim,20

tanış olmak

 insanların farkında olmadan kendilerini doğru betimleyememeleri beni ürkütüyor. oturup kim olduğumuzu, nelerin bizi biz yaptığını tatlı tatlı karşıya sunabilsek aylar, hatta belki yıllarca sürebilecek bir bağ kurabilecekken gidip kısa cümleleri, o çok sevdiğimiz şarkıları hemen onlara da dinletmeyi neden tercih ederiz aklım almıyor. öncelikli olarak insanların neleri sevdiğine değil de benim onlarda sevebileceğimi düşündüğüm şeylerin hepsinin nasıl işlediğine, 'daha önce kimsede görmeyip sende yakaladım bunu' dediğim ayrıntıların nasıl oluştuklarına odaklıymış benim mevzum. bunu anladım. -11 aralık,20

karanlık korkumu yendim

 içimdeki bir odanın sanki lambası bozuk. hâlâ karanlık, çünkü kendi yarattığım ışığı bilinçsiz dağıtıyorum. kendime kızıyorum, fakat eskiden bir ışığın bu odayı aydınlatabileceğinden haberimin dahi olamayışı öfkemi öteliyor. yerinde sayan ve başkalarının ışığına muhtaç duyan benliğimin o takıntılı parçasından olabildiğince kopmuş haldeyim. hiç olmadığım kadar cesurum sanki. tüm bunlar olurken kendime bir nevi gardiyanlık yapmayı da öğretiyorum. kimse ışığıma karanlık atmasın ve ondan faydalanmasın diye. -9 eylül,21

beni bi ben anladım, onu da yanlış anladım

bazen sadece yorgunluk hissediyorum tüm benliğimde. sanki ne kadar betimlersem, ne kadar bir şeyler yapmaya koyulursam veya sevdiğim insanlar ve maddelerle çevrili bir çemberin içinde ne kadar olursam olayım bu his geçmeyecek gibi geliyor. bana iyi gelen insanlar benden kopuyor, bazı alışkanlıklar da bana öyle geliyor artık. iyi gelen şeyleri sürdüremiyorum. kafamda hayali kendimi hapsettiğim küçük bir odada tüm amaçlarımı gerçeklestiriyorum. gerçeklik ve hayallerim karışıyor. sorun tam da bu olmalı. çok düşündükçe o şeyi gerçekten yapmış gibi hissediyorum. kendimi kandırıyorum sanki. halbuki alışkanlıkları sürdürmeyen benim. çabalasam sürdürürüm de. ama dedim ya o yorgunluk, ensemde bitiyor işte. belki insanlar benden kopmasaydı ben de onların varlığının verdiği enerji ile alışkanlıklarımı daha kolay sürdürebilirdim. belki.